Blogumdaki kaynak belirtilmemiş tüm yazılar Emre Güney'e aittir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Güçlü bilgisayarın mı var? Dururken kripto para kazansın. Hemen bir madencilik hesabı aç!

Gerçeğin peşinde tuzaklar | Bir çaylağın hikayesi

By | 10 comments

Arayış hiç bitmeyecek

O ölene dek

surreal painting from Nicoletta Ceccoli
Gözalıcı dünyada gerçeği ararken 
Doğru ya da yanlışı arayabilirsin. Ama bunlar kişi, açı ya da taraflara göre değişir. Eğer doğru ve yanlışın üzerindekini, yani katıksız gerçeği arıyorsan tarafsız olmalısın. Taraflı olan gerçeği göremez. Taraflı bir bakış, filtreli gözlük gibi davranıp, gözünün önündekini görünmez kılıyor. Hiç alışkın olmadığımız ve doğasını bilmediğimiz bir gerçeklik gözümüzün önünde duruyor, ancak onu algılamıyoruz! Neden? Çünkü onun orada olmasını beklemiyoruz ve beynimiz, ve deneyimlerle programlanmış duygularımızın da esaretindeki algılarımız onu yoksayıyor ya da beyin tanık olmaya alışkın olduğu verilerle düzeltme yapıyor ve gerçekliğin üzerine sahteyi yazıyor; güncellemiyor.

Gerçek, kuvvetle muhtemel hiçbir tarafın işine gelmeyecek bir doğaya sahip. Bu yüzdendir ki tüm taraf ve kutuplar onu gizlemek için, ancak ve ancak bunun için işbirliği yapabiliyor. Hiçbir şekilde birarada olamayan bu azılı düşman kuvvetler ancak ve ancak gerçeği saklamak için müthiş bir uyum içinde çalışıyorlar. Bu gerçek hepsinin tahtını, kitleleri kontrol gücünü etkileyen, geçersiz kılan bir gerçek. Bu açık, kesin ve net!

Bugün bilim bile evriliyor ve doğruları yanlışları değişiyor. İşimiz gerçekle mi, yoksa onun bunun sadece şartlar ya da duygularıyla bile değişebilen doğrularıyla mı? Soytarılıkları bırakıp gerçeği merak edecek miyiz? Tüm fikirlerden, kazanılmış deneyimlerden ve perspektiflerden arınmış halde bakabilirsek belki! Doğduğumuzdan beri sayısız deneyim ve bilgi bombardımanı ile sürekli bir programlanma halindeyiz; hem görünür, hem görünmez yöntemlerle. Çoğumuz bunun farkında bile değil.

Bir balığa karayı anlatsan, bu suyun dışında başka alemler var, başka dinamiklerin işlediği bir yaşam var desen sana inanır mıydı? İnanmayı bırak seni delilikle, duygusal ve ruhsal sorunlarla ilişkilendirirdi. Ne yazık ki O balık hep balık olarak kalacak! Kaçarı yok. O bir balık!


Taraflar

Ruhsal gelişim, duygusal arayış, kişisel gelişim, dünyevi gerçekler ya da bir sebeple buraya geldin ve bu yazıyı okuyorsun. Çok pis oyuna geldin. Ben geldim ondan biliyorum. Sana sadece farketmesi kaldı. Uyuşturdular bizi ve kendi oyunları arasına kattılar. Buna dahil ettiler. Doğu mitlerinin, doğulu -gerçek- öğretilerin, gerçek ruhsallığın yerini bir şey alması gerekiyordu. Batıdan ne dalgalar ne dalgalar yükseldi. Amerikalı ve Avrupalı sayısız bilgi, sayısız senaryo ve kurgu birbiri ardına kitapları doldurup raflara yerleşti, sinemalara girdi ve sayısız siteler kuruldu. Kanatlı kutsal varlıklar -sağ olsunlar- bize kol kanat gerdiler ve insanların seçkin olanlarıyla bağlantı kurup bizimle iletişime geçtiler.

Ashtar "avcumun içindesiniz" derken
Kanatsız olan (kız yazııık) kutsal varlıklar da vardı ama onlar da gemilerle üzerimizde yine yardım için çırpınıyorlardı ve bizim bilincimizi açmak için canla başla çalışıyorlardı. Kötülerin sonu gelecekti. Eli kulağındaydı. İşte her şey çöküyordu. Kötüler bugün bir kayıp daha verdi. Siz iyisiniz ama embesilliğinizden kaybediyorsunuz, iyisiniz ama siz, özde... İşte kötüler şimdi bir banka kaybettiler, geçen hafta ise küresel çapta tutuklamalar olmuştu ve şu cephe iyice yıkıldı. Bu arada kanatsız (ama uzay gemili) yüce varlıklar ise Hasidik Okyanusu altındaki bir sürüngen ya da Kabal üssünü yok etmiş ve ışıktan olanlara büyük bir avantaj daha sağlamıştı. Haftaya çıkmaz tüm dünya insanlarına bir fon eşit olarak dağıtılıp dünyada cennetin kurulumu başlayacaktı. Evet... Galaktik Federasyon ve Dünya-dışı kurtarıcı varlıklar, çeşit çeşit melekler, Siriuslular, Arkturuslular, Hathorlar, Sheldan Nidle, Salusa vs. derken dile kolay, belli bir ekol olarak yaklaşık 15 senemiz böyle geçti. Ben gerçeği göremedim! 

Bu ilk bakışta pozitif görüntülü mesajlar çok sinsi bir plan içeriyordu. İnsanları dualitik tuzağa düşürmek! Bir dış kaynaklı operasyon umuduyla duygusal ve bilinçsel olarak bağımlı edip, operasyonel olarak felç etmek. İyi - kötü savaşı, ışık - karanlık savaşı, insan - sürüngen savaşı, zengin - fakir savaşı, yer - gök çekişmesi, gelişmiş - ilkel eziklemesi. Yedim ben! Bunu açıkça yapmadılar. Kelimeler çok tatlıydı ve umut vaad ediyordu. 

Tuzağın deşifresi

Herkes bunlardan aldıklarıyla kendi kişiliği, ruhsal gelişmişliği, kendi deneyimleri ve duygusal durumları etkisi altında -gelecekteki- kendi yuvasını kurdu. Ben de -belki paralel bir evrende- sonunda huzuru bulduğum, sıcak, gerçek ve kimsenin hiçbir şey saklayamadığı, ancak dürüst ve doğru olanların girebildiği, neşeli ve insanlığa adanmış, sevgide engel bulunmayan bir kardeşliğin hüküm sürdüğü dünyayı kurdum. O resim hala aklımda. Cıvıl cıvıl, yeşil tepelerde, elele tutuşmuş dans eden insanlık hala gözümün önünde. Kurduğum O dünya hala orada bir yerlerde benimle can buluyor, ama sinirlenip de beni buraya kadar dinlemeyenler asıl söylemek istediğimi ve duygularımı hiç bir zaman bilemeyecek. O mesajlar, o yazılar ve öngörüler bir cennetin, huzurlu, neşeli bir dünyanın resmini çizdi bana. Bana gerçekte ne aradığımı, beni neyin mutlu ettiğini farkettirdi belki. Bakabileceğim en optimist bakış açısıyla...

 surge of fur painting by ToronnSonra bu yarattığım, gözümün önünden ayrılmayan kutlu dünya imajına bağımlı oldum. Anda yaşayamıyordum ve karanlığa, sürüngenlere, Kabal'a, İlluminati'ye, cahilliğe, ilkelliğe olan öfkem giderek arttı. Bekliyordum... Olmasını, bitmesini, ve hatta sürpriz bir şekilde gebermeyi bekliyordum. Çamura saplandım! Eskisinden bile dualitik olmuştum. Savaşın ve gürültünün, tam ortasında kalmış, eğilmiş üzerimden geçen şarapnelleri izliyordum. Zihnim karmakarışık, sürekli bağımlısı olup yıkılan, ve sonra tekrar üstüne yeni bir revizyonu kurulan hayallerin kölesinde tutkuyla -sözümona- ışığa adanmış ama delik deşik, dağılmış bir bilinç halindeydim. Dengeden, huzurdan, dinginlik ve sağduyudan muzdarip bir obsesif! İçindeyken bunların bu kadar farkında değildim. Şimdi dışardan gözlem yapabiliyorum ve pek tabii bazı noktaları bu yazıda biraz da abartmayı doğru buluyorum. O dönem ne kendim, ne bir başkası bunalımda olduğumu bile düşünmezdi. Öyle değildi de belki. Ama kanser tüm zihnimi sarmıştı. Kurtuluşun başka tüm yolları kapanmış ve her şey dış güçlere ya da gelişmelere bağlanmıştı. Başlı başına bu bilincin milyonlarca insanda yürürlüğe girmesi bile oyunu yazanların onu kendi lehlerine gerçeklemesine yeterliydi. Kendimi hiç de ışığa yaraşır olmayan bir konumda ve ruh halinde buldum!

Bu yazı bu yollardan geçmek üzere olup da henüz bu perspektifte olan canlara adanmıştır; olur da bir kestirme sağlar diye.

Üçüncü açı

  1. İyi (ışık)
  2. Kötü (karanlık)
  3. Nötr (ya da hep/hiç/toplam) aslında kainat
    Ben buna Tanrı'nın gözü diyorum. Kutuplu değil, bütüncül, yargısız bir bakış.
Tanrısal işime gelir ve kolaya kaçmak olur ama ben olayı Tanrısal ya da ilahi değil de evrensel ve tüm görüşleri kapsayan bir yaklaşımla açıklamaya çalışacağım. Evrenin her ölçekte kendini tekrar ettiğini biliyoruz. Atomik ölçekte bir yapının nesnel bir ölçekte hatta insan ilişkilerinde bile tekrar ettiğini görebilirsiniz. Her şey kendi içinde artı ve eksiyi, yani pozitif ve negatifi, yani ışığı ve karanlığı aynı anda taşıyor. Başka şansı yok, yani doğası bu. Doğası bu ikisinin birbirinden vazgeçemeyişi ama çekişmesi üzerine kurulu. İkisi bir arada bu savaşı vermeden ya da birbirine evrilip durmadan da toprak yeşermiyor, ağaç büyümüyor, yumurta döllenmiyor, canlı yetişmiyor. Artı ve eksinin savaşı ve dansı, ya da sürekli birbirleri arasında yaşadıkları dönüşümler olmadan bu dünya altımıza serilemez, bu gök üzerimize çekilemezdi. Dahası kendi varlığımız yine bu savaştan ve birlikten doğdu. Artı ve eksi arasında sadece tek mutlak, değişmez ve çiğnenemez anlaşma var. Başka hiçbir kural yok. 

 illustration by Nela DunatoTek kural: Ayrılsak da beraberiz. Bu çekirdeğin -atom ölçeğinde konuşuyorum- alanından çıkmak yok arkadaş. Çarpacağız, iteceğiz, ayrılacak, birleşeceğiz ama tek başına varolmak yok! Gitmek yok. Sen ve ben! Yakıp yıkarlar da, birleşip var ederler de... Bunu en güzel biyoloji ve kimyadaki dinamiklere biraz olsun vakıf olanlar çok iyi anlayacaklar. İyi ya da kötü kendi başına asla varolmayacak! Oluşumlarının sınırı ve kuralı yok. Birlikte kalmak zorunda olmaları dışında hiçbir kural ve müdahale yok. Kurallar ve kıt algılar insan bilinçlerine mahsus. Bir şeyi zıt kutuplar şeklinde etiketleyip şartlananlar bizleriz. Ve pek tabii bu algı bize doğuştan başlayarak aşılandığı için. Para ile yoksulları doyurabilirsiniz. Para ile kitlesel imha silahları yapıp insanları öldürebilirsiniz. Para kötü müdür? Para iyi midir? Para bir araçtır. Bu kadar. Fazlası yorum, dolayısıyla boş laf ve kıt algıdır. 

Daha yüksek gelişmişlik ve daha üstün bir medeniyet olmak dahi kusursuz insanlığın ve mükemmel yaşam alanlarının kurulmasına yetmeyecek. Çünkü buranın görevi ve dinamikleri bu. Burada hep savaşlar oldu. Aztekler'den Mayalar'a, Mu'dan Atlantis'e, piramitler zamanı kadim Mısır'a... Hepsi bizden gelişmişlerdi ama savaşlara ve uyuşmazlıklara, kavgalara kurban gittiler. Hiçbir şey tarafından yok edilmeyenler de kendi güçlerinin, doyumsuzluklarının ve arsızlıklarının altında kalarak kendilerini yok ettiler. Bu dünyada bu yoldan kurtuluş yok. Kurtuluşu gerek metod olarak, gerek olaysal ve nesnel olarak, gerek konum olarak yanlış yerde, yanlış şekilde arıyoruz. 

Kurtuluş yolu

Siz hiç doğu mistisizminin dünya işleriyle, ülkelerin savaşlarıyla uğraştığını duydunuz mu? Sorumluluğu üzerine alır ama sokağa çıkıp savaş ilan etmek için değil. Çıkış, kurtuluş içerdendir. Dünyayı bir ilüzyon, boş oyalamaca olarak görür ve mücadeleyi içinde verir. Dışı değil içi esas ve gerçek kabul eder. Manastıra geleni doyurur, kucağını açar. Adaylar konuşmadan manastırın işine gücüne koyulur ve şaşmaz bir şekilde günlerinin önemli bir bölümünü de sahte benliklerinden, yani egolarından, yani kendilerinden kurtulmaya adarlar. Ben'in ölümü gerçekleşmelidir. Başka yolu yok!

Mooji'nin de ustası rahmetli Papaji şöyle demiş: "Hakikati idrak etmek istiyorsan sen yok olmalısın!" Çözüm iç çalışması. Sen aydınlanmadan bu dünya aydınlanmayacak. Ve sen kimseyi aydınlatamazsın. Herkes yalnızca kendisi, kendi içinden gerçekleşecek bir aydınlanmayla sonsuz, kalıcı ve gerçek doyumu, mutluluğu yakalayabilir. Bu dünyada madden edinilecek nesnelerle, varlıklarla, çalışmaktan özgürleşmekle, dünya seyahatleriyle, şehvetli bir aşkla asla kalıcı ve gerçek bir mutluluk elde edilemeyecek. Çünkü egonun istekleri, egonun suçlamaları, egonun eksiklik duyguları, doyumsuzluğu, suçlamaları, hırsı ve arsızlığı asla bitmeyecek. ASLA! Tek yol şimdi ve burada tüm bu kavganın ve kusurlu, hatalarla dolu insanlığın arasından inzivaya çekilip ASIL YOLA çıkmak. Entelektüel bilgiden, kitaplardan, seminer, sertifika ve madalyalardan bahsetmiyorum. Egonun kendini tatmin, kendini ispat ve elitizm tuzaklarıyla bizi erteleme tuzaklarından bahsetmiyorum. 

Bu inziva ve gerçek, kalıcı aydınlanma yoluna muhtemelen hiçbirimiz koyulmayacağız. En azından bu yazıyı okuyan hiç kimse. Bu yolu kabul edecek ve seçeceğiz elbet. Ama egolarımızın onu erteleyip hep bir bahane, hep bir uygun zaman, hep bir uygun şart ve usta bekleme tuzağından asla çıkamayacağız. Yoksa çıkabilecek miyiz?

Siz hayatınızdan böylece mutluysanız durun! Bu size yeterli geliyor ve doyum içindeyseniz olduğunuz yerde kalın! Demek ötesini bir anlık olsun hiç aramamış ve hissetmemişsiniz. Uykuda kalın ve sakın ayarlarınızla oynamayın. Sessizce çıkalım biz.

Not: Yazımın ilk iki bölümünde bahsettiğim sinsi tuzakları farketmemin ve o görüşlerden ayrılmamın üstünden yaklaşık iki yıl geçti. Büyük fırtınalar koptu. Kurtuluş yolu hakkında emin olmamın üstündense ancak altı ay geçti. Bu yılın son yarısında Mario Mantese'in iki kitabı Gerçekte Sen Nesin ile Sessizliğin Ülkesinde kitapları ve Michael Langford'un Rüyadan Uyanmak kitabının etkisi altındayım ve bu yazıya büyük katkıları oldu. Aynı kafadaysak ve benimle aynı hasretlerle yanıp tutuşuyorsanız bunlar hayatınızın en önemli üç kitabı arasına girebilir. Tavsiye ederim.


Emre Güney
19/12/2017


Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa

10 yorum:

  1. Emre Bey.kizilderili yaşlı adam resimlerine bakın. Internette var.ben en büyük gelişmeyi onlardan gördüm. Bu kadar çırpınmak, sizin genetik mirasiniza zarar verebilir.oluruna birak. Az mola ver. Bilmek iyidir ama. Abdala malumat gelir. Yanlış anlama. Az sakin. Zarar verme kendine.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğrusunuz Ali Bey. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim.

      Sil
  2. Aradığınız tüm cevaplar burada:

    https://www.youtube.com/watch?v=6d2rsr4A7G8

    Dilerseniz daha kaliteli görüntü ve Türkçe içerik için bir kanal da aynı içeriği paylaşmış ancak eksik ve islami bakış açısıyla kendilerine göre yorumlamışlar.

    https://www.youtube.com/watch?v=aLonc1wAB3M

    YanıtlaSil
  3. Sitenizi ve sizi seviyorum, devam edin. Hisseden anlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cansınız. Teşekkür ederim. Evet; beni ancak bu siteyi bütünsel olarak anlayan, bilen hisseder.

      Sil
  4. Şunu fark ettim de ben uzun zamandır bunu düşünüyormuşum bu konularda hiçbir bilgim ve deneyimim olmamasına rağmen.Cidden aklın yolu bir derler ya aynı durum burada da geçerli.Araştırmalarım beni buralara kadar getirdi ki (bu belki 3 yıldan uzun bir süreye tekabül ediyor) doğruya hiç bu kadar yaklaştığımı hissetmemiştim-düşünmemiştim.Belki sizin misyonunuz buydu gelmekteki :) Kim bilir...

    YanıtlaSil
  5. Emre Bey, tuzağa düşürülenler genellikle araştırma ruhlu insanlardan seçildi.Eğilimleri analiz edildi.Cümleler, kelimeler ilgilerini çekecek şekilde itinayla seçildi.Bunun için bir çaba sarfettiler.Bu da bu tuzağa düşenlerin sıradan olmadığı gerçeğini işaret eder bence.Yaşadıklarınızı tam anlamıyla anlıyorum.BU tuzak ihtimali benim de hep ihtimal olarak aklımdaydı.Yazdıklarınızı okuyunca emin oldum.Ama en azından bizlerin iyi bir şeylerin olma sınırında olduğuna inancım hala sürüyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim yorumunuz için. Bu kadar az ve yalnız bir grubun topluma etkisi çok az olmalı. Buna rağmen neden hedef alınmış olabilirler sizce? Ve kim tarafından? Hep karşımıza aldığımız aynı odaklar mı?

      Sil
  6. Bu ne kadar güzel, doyurucu bir yazı ki her iki üç ayda bir girip tekrar okumak bana çok iyi geliyor Emre Bey. Üstelik bu yazınız için daha önce bir yorum da yapmadığımı farkedince teşekkür hissiyle yazayım dedim:)) Tabi bugün Çiğdem Hanım'ın Ben O'yum idrakı ile ilgili yeni yazısını da okuyup ona bir yorum atmışken, Size ve bu güzel fikirlere de tekrar bir selam olsun demek istedim. Sevgiler, saygılar.

    YanıtlaSil
  7. Emeğiniz için teşekkürler...

    YanıtlaSil